19 Eylül 2025 Cuma 06:41:49


EMİR SULTAN BUHARİ HAZRETLERİ (BURSA)

EMİR SULTAN BUHARİ HAZRETLERİ (BURSA)

EMİR SULTAN BUHARİ HAZRETLERİ (BURSA)

Emîr Sultan Bursa’ya geldiği zaman, Yıldırım Bâyezîd Hân Macarlarla savaşıyordu. Düşman kuvvetleri, Osmanlı ordusuna büyük zayiat verdiriyorlardı. Bu esnada bir genç, yaralıların yaralarını sarıyor, ba’zan da ellerini açıp duâ ediyordu. Kolundan yaralanan Yıldırım Bâyezîd, bu genç askerin gayretle ve mehâretle yaraları sardığını görünce, o gence karşı kalbinde bir yakınlık hâsıl oldu. Yanına kadar giderek; “Benim de kolumda yara var, yaramı sar” deyince, Emîr Sultan cebinden bir mendil çıkarıp; “Buyurun Pâdişâhım, sizin yaranızı da bu mendil ile sarayım” dedi. Sabah olunca, sarılan bütün yaraların iyi olduğunu, askerlerin ayağa kalktıklarını Yıldırım Bâyezîd Hân’a haber verdiler. Yıldırım Bâyezîd de merak edip kendi yarasını açarken, kolundaki mendilin, hanımının nişanlı iken kendisine hediye ettiği mendilin yarısı olduğunu gördü. Akşam yaraları saran askerin, yanına getirilmesini emretti. Fakat o kimseyi bulamadılar.

Yine Niğbolu Kalesi’nin fethinde günlerce kanlı çarpışmalar oldu. Kale bir türlü feth edilemedi. Hücumların en şiddetli ânında, bir genç, kale kapısını ardına kadar açtı. Yıldırım Bâyezîd ve askerleri kaleye girdiler. Kaledekiler, bu durum karşısında teslim olmak mecbûriyetinde kaldılar. Zaferden sonra bu genci aradılar, bir türlü bulamadılar. Yıldırım Bâyezîd Hân, Rumeli fethinden sonra Bursa’ya gelmeyip Edirne’de konakladı.

Bu sırada Yıldırım Bâyezîd’in kerîmesi (kızı), rü’yâsında Peygamber efendimizi ( aleyhisselâm ) gördü. Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) ona; “Oğlum Muhammed Buhârî ile evlen, sakın sözüme uymamazlık etme” buyurdu. Temiz rûhlu, edeb ve haya sahibi Hundi Fâtıma Sultan, rü’yâsını kimseye söyliyemedi. Ertesi gün yine Resûl-i Ekremi ( aleyhisselâm ) rü’yâda gördü. Server-i âlem, ona; “Eğer âhırette benden şefaat etmemi istiyorsan, Muhammed Buhârî ile evlen” buyurdu. Hâlbuki Hundi Fatıma Sultân’ın, Rumeli Beylerbeyi Süleymân Paşa ile evleneceği söylenmekte idi. Emîr Sultan, zâhiren fakir ve garîb bir kimse idi. Hundi Sultan, bu çaresizlikler içinde bunalıp, duâ etti. “Acaba Emîr Buhârî’nin bundan haberi var mı?” derdi. Kiminle ve nasıl haber gönderebileceğini düşünüyordu. Sonra kendisi gibi edeb ve haya sahibi hizmetçisine rü’yâsını anlattı ve durumu Emîr Sultân’a bildirmesini söyledi. Hizmetçisi gidip durumu Emîr Sultân’a anlatınca, o; “Bizim de malûmumuzdur. Nikâhımız, Allahü teâlâ tarafından kıyıldı. Dînimiz üzere burada da kıyılması gerekir. Durumu Hundi Fâtıma Sultân’a iletin” dedi. Bunun üzerine Emîr Sultan, dünürler gönderip sultânın kızını istedi. Fakat Vâlide Sultân kızını vermek istemeyip, işi zora sürerek, dünürlere; “Emîr Sultân’a söyleyin, kırk deve yükü altın getirirse kızımı ona veririm” dedi. Emîr Sultan hazretleri de; “Sultan vâlidemiz develeri göndersinler, isteklerini yerine getirelim, istediği altınları gönderelim” deyince, sarayı bir telâş aldı. Bu işe kimsenin aklı ermedi. Böyle fakir bir dervişin kırk deve yükü altını nasıl vereceğini, şaşkınlıkla karşıladılar. Saraydan kırk deveyi Emîr Sultân’a götürdüler. Emîr Sultan, develerle birlikte Nilüfer çayının kenarına gitti. Develeri getirenlere; “Heybeleri doldurun, sizler de istediğiniz kadar alın. Aldığınız altın olsun” buyurdu. Kimisi şüphe ederek birşey almadı. Kimisi de heybeleri ve keselerini doldurdular. Kırk deveden meydana gelen kervan saraya girince, Emîr Sultan; “Boşaltın, istediğiniz altın olsun” dedi. Heybeler boşaltılınca, hepsi altın oldu. Kimi kendisi için de almadığı, kimisi de yolda aldıklarını döktüğü için çok pişman oldu. Emîr Sultan ile Hundi Fâtıma Sultân’ın evlenmelerine karar verilince, Fâtıma Sultan, kendi el işlemesi gömlek ve çamaşırları Harem ağası ile Emîr Sultân’a gönderdi. Emîr Sultan, bohça geldiği zaman bir odada mangal yakmış, talebeleri ile sohbet etmekte idi. Harem Ağası içeri girip; “Vâlide Sultân’dan” diyerek, bohçayı Emîr Sultân’a verdi. Bohçayı bir kenara bırakan Emîr Sultan, onların sıhhat ve afiyetleri için duâ etti. Sonra bohçayı açıp, içinden bir mendil aldı. Mendilin içine birkaç köz parçası koyup, mendili kapadı. Tebessüm ederek Harem Ağası’na; “Vâlide Sultân’a selâm söyleyiniz. Biz fakir dervişlerin, zât-ı şahânelerine hediyesi ancak böyle köz parçaları olur. Kabûl etmelerini arz ederim” dedi. Harem Ağası, orada bulunanların şaşkın bakışları arasında oradan ayrıldı. Harem Ağası yolda giderken, mendilin yanıp yanmadığını merak etti; fakat mendilden duman dahî çıkmadığını gördü. Saraya kadar kendisini zor tuttu. Hediyeyi Vâlide Sultân’a teslim etti. Mendil sarayda olanların merakları arasında açıldı. Mendilin içinden ateş taneleri değil, gözleri kamaştıran elmas parçaları çıktı. Bu durumun, Emîr Sultan hazretlerinin kerâmeti olduğu anlaşıldı. Nikâh haberi Edirne’ye ulaşınca, Yıldırım Bâyezîd, Kapıkulu askerlerinden kırk askeri Süleymân Paşa’nın emrine vererek, Emîr Sultân’ın ve Hundi Hâtun’un başlarını getirmesi için Bursa’ya gönderdi. Süleymân Paşa Bursa’ya gelince, Vâlide Sultân’dan onları istedi. Vâlide Sultan vermeyince, kırk asker, Vâlide Sultân’ın sarayına saldırdılar. Vâlide Sultan, onların bu saldırısından korktu. Emîr Sultan onun bu hâlini görünce, ona; “Bu dehşet ve korkunuz nedir? Allah aşkına söyleyin” dedi. Sonra Vâlide Sultân’a “Şu yayı alın ve oku gerin. Ben bakayım siz atın” dedi. Vâlide Sultan; “Ben ok atamam” deyince, Emîr Sultan; “Siz oku takın, o kendiliğinden gider” dedi. Bunun üzerine Vâlide Sultan, pencereden askerlere karşı oku kirişe koyup, bıraktı. Yeşil ok, parlayarak gidip kırkına saplandı. Onlar derhâl oradan kaçtılar. Vâlide Sultan; “Yâ Emîr Sultan! Niye oku sen atmadın da bize attırdın?” diye sorunca, Emîr Sultan; “Eğer oku biz atmış olsaydık, hem o askerlerin, hem de Osmanoğullarının nesilleri helak olurdu. Onun için bu işi size yaptırdık” dedi.

Pâdişâhın, Emîr Sultân’ın ve kızı Hundî Sultân’ın öldürülmesi için Bursa’ya asker gönderdiğini duyan Molla Fenârî, Yıldırım Bâyezîd’e şu mektûbu yazdı:

“Mektûbuma, dâima kullarına acıyıcı olan Allahü teâlânın adıyla başlarım. İnsanların en âcizi olan ben, Türk ve İslâm memleketlerinin koruyucusu, Osmanoğullarının övündüğü ve Hak uğruna savaş edenlerin başkanı, İslâm dîninin ve müslümanların yardımcısı olan, Pâdişâhımın ömrünün uzun olmasını ve evlâdının çoğalıp kıyâmete kadar şan ve şerefle yaşamasını Rabbimden niyaz ederim.

Sultânımızın şunu bilmesi gerekir. Bizim Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafâ’dan ( aleyhisselâm ) önce, Îsâ aleyhisselâm, kendine inananlardan üç kişiyi Hak dîne da’vet için bir beldeye göndermişti. Fakat oranın halkı, onları yalanlayıp öldürdüler. Bu cinâyeti işledikten sonra, sevinerek evlerine gittiler. Cenâb-ı Hak onların bu davranışlarından râzı olmadı ve Cebrâil aleyhisselâma, o belde üzerinde yürekleri parçalayıcı, korkunç ve keskin bir sesle haykırmasını emretti. Cebrâil aleyhisselâm haykırınca, orada bulunanların hepsi bir anda öldü. Böyle büyük bir felâkete düşmemek için Allahü teâlâya sığınırız.

Şimdi bizim de Sultânımızdan bir ricamız vardır. Dün öldürülmesini emrettiğiniz Emîr Sultan, Resûl-i ekremin ( aleyhisselâm ) neslinden hürmete değer bir insandır. Bu zât gibi temiz kalbli, Peygamber neslinden bir kişi, zamanımıza kadar Anadolu’ya ayak basmamıştır. Buna benzer aslı temiz bir kimseyi elleri hediyeler dolu da’vetçiler göndererek Buhârâ’dan Anadolu’ya getirmeye çalışsa idiniz, sizin için ebedî bir şeref olurdu. Böyle yapmadığınız hâlde, ma’nevî irâde üzerine yurdumuza gelen bu zât dolayısıyla Peygamber efendimize ( aleyhisselâm ) yakınlık kazanırsanız, sizin dünyâ ve âhıret saadetiniz artacaktır.

Şunu da bildireyim ki, bu dâmâdınız, Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ); “Ümmetimin âlimleri, İsrâiloğullarının nebileri gibidir” buyurduğu kimselerdendir. Bizim böyle seyyidlerden gördüğümüz feyz eserlerini, Hazreti Muhammed’den sonra kimse göstermemiştir. Eğer bir daha onun başını kestirmek için asker gönderirseniz, bütün yurdumuzun felâketi olacağından şüphemiz yoktur. Son ferman sultânımızındır.”

Aradan günler geçtikten sonra Bursa’ya dönen Osmanlı ordusunu ve sultânı karşılayanlar arasında Emîr Sultan da vardı. Yıldırım Bâyezîd, onunla selâmlaşınca, harb meydanında yaralıların yaralarını ve kendi yarasını saranın bu genç olduğunu anladı. Sultan, ona şifreli olarak; “O el çabukluğu ne idi?” diye sordu. Emîr Sultan “Allahın kuvvet ve yardımı, o bi’at edenlerin vefa ve sadâkatlerinin üzerindedir” (Feth-10) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Yıldırım Bâyezîd; “Ya o mendilin yarısı ne oldu?” diye sorunca, Emîr Sultan; “Babacığım, o mendilin yarısı cebimdedir. Bendeniz dâmâdınız Muhammed Şemseddîn” dedi. Yıldırım Bâyezîd Hân atından inerek onunla kucaklaştı ve gözyaşlarını tutamıyarak ikisi de ağladılar.

img

MURAT GÜLŞAN

Araştırmacı yazar

Yorumlar